Bir kaş yarma hikayesi; Tarlabaşı!

service
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Kış mevsiminin dayanılmaz soğuk günlerindeki kısa Tarlabaşı seyahatimin arkasından; Haziran ayının sonlarına doğru bu kez ortalama bir aylık bir Tarlabaşı macerası yaşadım.

Tecrübe demek daha doğru bu sebeple İstanbul’a gittim, gezdim diyen her insanın Tarlabaşı’nda en azından bigün geçirmesini dilerim. Bölme Meydanı’ndan Tarlabaşı Bulvarı ile Haliç’e kadar uzanan istikametin sağında kalan bölge Tarlabaşı’nı meydana getiriyor. Beyoğlu ilçe sınırlarında kalan bölgede “Zamanı Tarlabaşı Projesi” adı altında belediyenin öncülüğünde süregelen bir kentsel dönüşüm projesi başlatılmış durumda. Proje hedefinde eski Rum, Ermeni evlerinin aslına sadık kalınarak restore edilmesi var. Projenin yankılarıyla birkaç girişimci almış olduğu binaları restore ettirip, kiraya vermiş bile. Söylentilere bakılırsa meşhur kişilerinde bina almakla yetinmeyip sokak almış olduğu bile söyleniyor.

 

24 saat yaşamın olduğu, hareketin tamamlanmamış olmadığı bir yer Tarlabaşı. Önyargıların travesti, hırsız, uğursuz semti olarak tanımladığı semtte İstanbul mozaiğine dair hepimiz var. Travestilerden Kürtlere, Eski İstanbullulardan Alevilere, Doğudan göç etmiş yurttaşlarımızdan üst düzey işadamlarına kadar birçok farklılığı içinde barındırıyor.

Tarlabaşı’na daha ilkin kış mevsiminde geldiğimden dolayı sokak yaşamının inceliklerini gözlemleme şansım olmamıştı. Bu kez gece 2’ye kadar sokaklarda oyun oynayan çocuklardan; akıl sağlığı yerinde olmayan vatandaşlara kadar sokağın kalbini birebir yerinde yaşadım.

Arkadaşımın gündüzleri emek vermesi ve eklenen sıcak hava evde geçirdiğim saatlerin artmasını sağlarken; evin cumbası beni hayata bağlayan unsurlardan biri oluyordu. Eve gelişmenin ikinci gününde karşıda oturan yaşlı bir teyzeyle samimiyeti ilerlettim. Konuşmaya ihtiyacı olduğu her halinden belli olan bu hanım; sabah 5’ten gece yarılarına kadar balkonda oturup gelene geçene söz atmakla meşguldü. Mahalledeki herkesi yakından tanıyan Türkan Hanım Eski İstanbullu olarak tabir edilenlerden biriydi.

Mahallenin geçmişini ve bugünkü halini karşılaştırma fırsatı olan biri olduğundan yansız değerlendirmeler yapabiliyordu. “İnsan kalmadı buralarda” diyerek, eski İstanbul özlemini vurguluyordu. Haksız da sayılmazdı. Yiyip içtiklerini sokağın ortasına atan ya da sokak ortasında cızbız mangal meydana getiren bir kitleyle aynı doğrultuda oturmak haksızlıktı. Beyoğlu Belediyesi’nin tertipli çöp toplama faaliyeti olmasa sokakların çöplerden yürünemeyecek konuma gelmesi ise kaçınılmaz bir durum olacaktı

Mahallenin barındırdığı değişik mozaikte dikkat çekici karakterler ortaya çıkıyordu. Gece yarısından sabahın erken saatlerine kadar mevcud gürültüden uyumanın mümkün olmaması üstüne cumbadan dışarıyı seyrederken ister istemez karakter çözümlemeleri içinde bulunabiliyorduk.

Her gece saat 03.21’de ortaya çıkan ve adının sonradan Deniz bulunduğunu öğrendiğimiz 45–50 yaşlarındaki hanım bu karakterler içinde en ilginçlerden biriydi. Deniz Tarlabaşı’nın en güzel hanımlarından biriymiş zamanında. Kocasını aldatmasının arkasından yüzünde hissettiği kezzap başının sol tarafını görünmez kılmış. Saçlarının bir kısmı de böylece yok olmuş. Saatler 03.21’i gösterince evinden çığlıklarla ortaya çıkan bu hanım, mahallenin ve sokakların pisliğinden rahatsız olacak ki kendine belirlediği bu saat diliminde sokaktaki tüm çöpleri çığlıklar ve küfürlerle toplamaya başlamış.

Ayağında her daim bulunan topuklu ayakkabısı, altına giydirilmiş olduğu dar, parlak yapışan pembe pantolonu ve içinde hiçbir vakit olmayan iç çamaşırı ile dikkatlerden kaçmayan biri o. Hele ki çöpleri toplarken eğilmesiyle ortaya çıkan görüntüden bahsetmiyorum bile. Sokaktaki tüm kedilerin tinsel anası olan bu hanım kedileri kucağına alıp sarılırken “Evladın olsa bu şekilde sarılmaz” diyor. Kim bilir vakit içinde eksikliğini hissettiği duyguları kedilerde buluyordu. Ortalama yedi gün süresince saatini aksatmayan Deniz bir süre sonra kendini gündüz vardiyasına yazdırdı. Her gece 03.21’de dijital saatten takip ettiğim hanımı görememek beni oldukça üzmüştü aslen. Sabahları “O… Evlatları; kirletirseniz gene toplayacağım, atmayın çöpleri” diyerek çöp toplamaya çıkan Deniz’in hayatında mühim yere haiz olan kedilerine zarar vermeye çalışmak kişilerin Deniz’le muhatap olmasını gerektirirdi. Bu olayın bilincinde olmayan derme çatma, yıkıntı evlerde yaşayan göç evlatları kedilere taş atıp tekmelemeyi kendilerine oyun etmişlerdi. Çöp toplamakla meşgul olan Deniz kedilere karşı meydana getirilen bu saldırıyı fark ettiğinde “Ananı s…” diyerek yerde bulmuş olduğu boş cam şişeyi atmaya koyuldu. Vakaları cumbadan izleyen ben ve karşıda balkonunda izleyen Türkan Teyze ile yaşanacakların azca oldukça farkındaydık. Hiçbir vakit kendini yapmış olduğu işe odaklayamayan Deniz Hanım şişeyi de hedefine göndermeyi başaramadı. Cam şişeyi çocuğa atarak korkutmayı düşünen Deniz başarıya ulaşmış olamadı. Cam şişe doğruca yoldan geçmekte olan bir kadının kaşına isabet edince, vakalar çığırından çıktı. Kanamaya süregelen kaş ile birlikte duymaya alıştığımız küfürler havada uçuştu. Kaşı kanayan hanım “O… nereye gidiyorsun beni hastaneye götür” derken; Deniz’in o masum fakat bir o denli da acılı yüzünden “İsteyerek yapmadım” sözü duyuldu.

Kadının Kürtçe haykırışlarıyla daha beş dakika geçmeden sokak başından ve sonundan sarıldı. Tüm mahalleyi ayağa kaldıran bu vakaya Türkan Teyze’nin yorumu ise takdire şayandı. “Parasız tiyatro!” “Oğlum bunlar hep bu şekilde izleyeceksin yaklaşmayacaksın” derken bile yüzünden nefret dökülüyordu. Deniz’in evine kaçmasının arkasından öfkeli kalabalık yavaş yavaş dağıldı.

Tarlabaşı yaşamı tam içinden yaşamaya devam ediyordu…

0
mutlu
Mutlu
0
_zg_n
Üzgün
0
sinirli
Sinirli
0
_a_rm_
Şaşırmış
0
cool
Cool
Uygulamayı Yükle

Uygulamamızı yükleyerek içeriklerimize daha hızlı ve kolay erişim sağlayabilirsiniz.

Giriş Yap

Viyana Blog - Güncel Haberler ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!