1389 senesinde Osmanlı Devleti’nin egemenliği altına giren Makedonya‘nın başkenti Üsküp’te günümüze kadar ulaşmış en mühim yaratı olarak anılan Türk Çarşısı, döneminde Balkanlar’ın en mühim tecim merkezlerinden biri olmayı başarmış. Makedonya’da bu çarşıya Eski Çarşı ya da Türk Çarşısı deniliyor.
Hala canlı bir avm konumundaki zamanı çarşı 17. yüzyılda Bosna, Kosova, Sırbistan ve Karadağ’ın en mühim tecim merkezlerinden biriymiş. Tarihe meydan okuyan ve Üsküp’e gelen her insanın en mühim ziyaret merkezlerinden önde gelen çarşı, dar sokakları, iki kattan oluşan dükkanları, camileri ve çeşmeleri ile adeta bir Anadolu kenti görünümünde.
Türklerin yurt dışı seyahatlerindeki en büyük özlemlerinden olan Türk çayının bulunabildiği çarşıda, deri, bakır işlemecilerinden hediyelik eşyaya, tekstilden yorgana kadar geniş bir perspektifte bir dünya mevcut.
Hangi sokaktan girilirse girilsin kesinlikle geri dönüşü kolay olan bir noktaya çıkılabilen çarşı içinde Türkçe konuştuğumuzu anlayan esnafın gülümsemeleri ve yoğun ilgisiyle yürümeye çalışıyoruz.
Bir taraftan azca sonrasında üzerimize ineceğini içten içe belli eden yağmura hazırlanırken, yağmur gelmeden kısa bir çarşı turu atmayı başarmak istiyoruz.
Yugoslavya Federasyonu’nun son döneminde eski günlerdeki canlılığını kaybetmeye başlamış olan çarşının tekrardan hareketlenmesi için Makedonya Hükümeti hususi bir kanun düzenlemesi gerçekleştirmiş. Kültürel mirasın yok olmaması adına çıkartılan kanunla başlatılan emek harcamalar kapsamında geleneksel sanatlar teşvik edilerek, restorasyona ehemmiyet verilmiş.
Evliya Çelebi Seyahatnamesi’nde, 1660-1661 senesinde Üsküp ziyareti esnasında Türk Çarşısı ile ilgili 2 bin 150 dükkanın, meydanların ve pazarların bulunmuş olduğu bilgisi yer alırken, çarşıların planlı bir halde yapıldığı, sokakların, kaldırımların tertemiz olduğu, dükkanları süsleyen vazolar ve saksılarda ki güllerin, sümbüllerin, fesleğenlerin ziyaretçiler ve tacirleri kokularıyla bir hoş ettiğini ifade ediliyor. Evliya Çelebi, “Burada eğitimli ve dürüst insanoğlu var. Yazları Üsküp Çarşısı Bağdat gölgelerine benzemekte, dükkânların önlerinde bulunan örtü kapakları Saraybosna ve Halep’i anımsatmakta” cümlelerine yer veriyor.
Üsküp’e geleli fazlaca olmamışken bizi yalnız bırakmayacağını bildiğimiz yağmurun sağanak şeklinde kendini göstermesi üstüne ilk gördüğümüz restoranlardan birine sığınıyoruz. Zamanı çarşının yukarı sokaklarından oturduğumuz restoranın üstüne oluk oluk akan yağmur suyuna direnme köftelerimizi söyleyip çevreyi gözlemliyoruz.
Türkiye ile kıyaslandığında yeme-içme başta olmak suretiyle genel olarak fiyatların uygun olduğu Makedonya’da insanoğlu tüm ekonomik sıkıntılara karşın güleryüzlü olmaktan ödün vermiyor. Türklere karşı gösterilen ilgi, ilgi ve sıcak tavırlardan ara sıra sıkılsak da dost ve kardeş bir coğrafyada olma duygusunu hissettiğimiz için fazlaca mutluyuz.
Köfte-bira ikilisi ile karnımızı doyurup yağmuru da atlattıktan sonrasında zamanı çarşının ara sokaklarından yukarıya doğru tırmanmaya başlıyoruz. Üsküp’ün en büyük camisi olan Sultan II. Murat Cami’nin bahçesinde elimizi yüzümüzü yıkayıp külliyeye bakış atıp, sokak köpeklerinin eşliğinde kaleye geçiyoruz.
Kalenin derhal altından akan ve Üsküp’ü ikiye ayıran Vardar Nehri özgürce akarken, birçok zamanı olayın sergilendiği topraklarda eski günlere dönüyorum kendi zihnimde… Kale çevresindeki doku aynen korunmaya çalışıldığından çarşıya gelenler kesinlikle kaleye de uğruyor.
Havanın kararmaya başlamasıyla otel güzergahına doğru dönüşe geçiyoruz. Zamanı Türk Çarşısı’ndaki dükkanlar bizim yürüyüşümüzle beraber tek tek kapanıyor. Kapanmakta olan son dükkanların birinden birkaç parça hediyelik eşya alıyoruz. Havanın tamamen kararmasıyla heykel şantiyesi görünümündeki merkezin ışıklı halini görme şansına da erişiyoruz.
Taş Köprü (Fatih Sultan Mehmet Köprüsü) üstünden Vardar’ın diğeri yakasına geçip ışıkları seyre dalıyoruz. Üsküp’ün serinlemeye başlamış olan havasında Vardar’ın sesine bırakıyoruz kendimizi. Kısa Üsküp turunda ilk günün sonuna geliyoruz.